Güncel Haberler

Murat Ülker’den ‘Don Kişot’ yazısı: ‘Batının değerlerini evrenselleştirmek işlevi’ – Son Dakika Türkiye Haberleri

İş insanı Murat Ülker’in, muratulker.com’da “Don Kişot ve Batının değerlerini evrenselleştirmek işlevi” başlıklı yazısı şöyle:

“Babam beni tiyatroya gönderirdi. Sınıf arkadaşı, bizde satış müfettişliği yapan, fakat oyun yazarı olan Hüdai Yaramanoğlu amca ile beraber değişik sahnelere gider, hatta kulislere misafir olurduk. Gazanfer Özcan tiyatrosunda sahnede bizi görünce karı, kocanın o anda bize doğaçlama mesaj vermelerini, Cadı Kazanı oyununu biz seyrettikten sonra AKMnin kül oluşunu hala hatırlarım.

Neyse geçende Allianz’ın daveti üzerine tekrar tiyatrodaydık. Bu sanat goyasını sizin için yazdım. Okusanız sanata merakı olmayanların bile ilgisini çekecektir.

Don Kişot romanıyla ilgili bir yazı yazıp, böyle bir başlık atmak, akademik hadsizlik mi olmuş. Ama zaten ben bisküviciyim. Geçenlerde Zorlu Center’da Don Kişot (Don Quixote) müzikalini izledikten sonra düşüncem pekişti. Yanlış anlaşılmasın bu müzikalle ilgili bir durum değil benim Cervantes veya benzeri edebi eserler ve bugüne kadar pazarlanması ile ilgili genel düşüncemdir.

İnsanları farklı kılan iletişim yetenekleri yani kendilerini ifade biçimleri; lisan, yazı, çizim ve tabii görsel sanatlar, performans sanatları … Bu iletişim şekilleri insana özgüdür. Önce sözlü sonra yazılı metinler ortaya çıkmış, binlerce yıl önce, ama içerik hep benzer olmuş. Bence amaç bilgilendirmek, öğretmek ve iknanın yanında tanınmak, bilinmek olmuş. İnsanlar bunun için uydurmuşlar; kehanette bulunmak, gayb ve gelecekten haber vermek, geçmişi hikayeleştirmek, bir diğerine isnad veya nakil gibi amaçları olmuş. Romanlar ilgimi çekmiştir, okumak isterim ama mesleki okumalardan uzun süredir zaman bulamıyorum. Tiyatroya da uzun süredir gidemiyordum, tekrar zaman bulmaya başladım.

Don Kişot’u gençlik yıllarımda okudum. Açıkçası okurken aslının iki cilt ve 1000 küsur sayfa olduğunu bilmiyordum ama daha sonra çok sayıda yorumunu okudum, pasajlar okudum, okuyanlardan dinledim. Cervantes’in Don Kişot’u genellikle modern romanın başlangıç noktası olarak kutlanılıyor. Yakın çağda “modern romanın doğuşu” kavramını bilimsel bir modelle açıklayan kişi Ian Watt. Watt, Don Kişot, Robinson Crusoe gibi klasikler üzerinden “modern bireycilik, deneyimsel gerçekçilik ve zaman bilinci” kavramlarıyla modern romanın temel niteliklerini tanımlar. Bu yüzden günümüzde akademik olarak modern roman kuramını sistemleştiren eleştirmen olarak Ian Watt anılır.

Bence Don Kişot’la ilgili bu niteleme eserin küresel, kültürel etkisini açıklamak için yeterli değil. Bakın hala birçok ülkede müzikalleri yayınlanıyor, tiyatroları sahneye konuyor, eser değişik sayfa sayılarıyla basılıyor.

Don Kişot yalnızca bir roman formunu başlatmakla kalmıyor bence, Batı yani Hristiyan Avrupa kimliğini, gerçeklik ve akılcılık merkezli bireyselci ahlak normu haline getiren bir kültür aktarma aracına dönüşmüş. Yazar bunu mu hedeflemişti, bilemeyeceğiz!

Modernlik açısından bakıldığında Cervantes’in metni, Batı’nın kendi merkezî değer yapısını dünyanın geri kalanına doğal, akla uygun ve evrenselmiş gibi sunmasını mümkün kılan ilk büyük metinlerdendir. Eser, sıradan bir şövalye parodisi olmaktan çok ki Cervantes’in 1600’lerde romantik kahramanlığa dayanan şövalye kitaplarla alay etmek istediği için yazdığı düşünülür, Hristiyan Avrupa’nın kendisini hem yeniden kurma hem de dışarıya yayma çabasının edebi formu gibi gözükmüyor mu? Bu kişisel görüşüm. Eleştiri yazılarına baktığınızda bir fikir birliği olmadığını görürsünüz. Yani romandaki temsilin tamamen aşağılama mı yoksa karmaşık, ironik ve çok katmanlı bir yapı mı olduğu konusunda fikir birliği yok (*).

Cervantes İspanyol Rönesansı’nın en önemli yazarlarından biri (1547–1616). 1547’de İspanya’nın Alcalá de Henares kentinde doğmuş. Askerliği esnasında Osmanlı donanmasıyla yapılan İnebahtı Deniz Savaşı’na (1571) katılmış ve savaşta yaralanmış. Dönüş yolunda Cezayir korsanları tarafından esir alınmış, beş yıl Cezayir’de tutsak kaldıktan sonra fidye karşılığı kurtulmuş. Bu deneyimin, eserlerindeki özgürlük, idealizm ve insan doğasına dair derin gözlemlerine kaynak olduğu söylenir. Cervantes hayatı boyunca maddi zorluklar yaşamış, devlet memurluğu ve vergi tahsildarlığı yapmış. Ancak tüm bu sıkıntılarına rağmen yazmaya devam etmiş. 1616 yılında Madrid’de ölmüş.

Tam adı “El Ingenioso Hidalgo Don Quijote de la Mancha” olan eser iki cilt. İlk cildi 1605’de çıkınca büyük olay olmuş. İkincisi ise on yıl sonra 1615’de yazılmış, çünkü bir başkası yazardan önce taklit bir ikinci cilt yazmış. Bu yüzden Cervantes ile o sahte yazarı taşlayan göndermelerle dolu yani bir şekilde 17. yüzyıl “telif savaşları” yaşanmış.

Cervantes’in bu eseri daha önce belirttiğim gibi o dönemde çok popüler olan “şövalye romanları”nı yani Romances of Chivalry’ni hicvetmek için yazdığı söyleniyor. Bu romanlar, abartılı kahramanlık öyküleriyle halkı gerçeklikten uzaklaştırıyormuş. Aklıma birden Battal Gazi ve Hz. Ali Kıssaları geldi. Don Kişot, çok fazla şövalye romanı okuduğu için aklını yitiren bir hidalgo yani küçük soylu olan Alonso Quijano’nun hikâyesidir. Kendine “Don Quijote” adını veriyor, paslı bir miğfer ve zırh kuşanıyor, zayıf atına “Rosinante”, muhayyel köylü sevgilisine “Dulcinea” adını koyuyor. Sadık yoldaşı Sancho Panza ile birlikte kendince adaleti sağlamak için yola çıkıyor.

Eser, yalnızca bir hiciv değil; aynı zamanda insanın idealleri, hayal gücü ve inançlarıyla gerçek yaşam arasındaki çatışmayı anlattığı söylemiyle hep gündemde. Cervantes, deli Don Kişot karakteriyle erdem, cesaret ve insanlığın ancak ‘delilikle’ varolabileceğini söylüyor, dendiğinde eserdeki tüm diğer mesajlar unutuluveriyor. Bu yüzden Don Kişot hem gülünç hem trajik bir kahraman görünümünde hala ünlü. Düşünün feminist akımın Pamuk Prenses ve 7 Cüceler öyküsünde Pamuk Prenses’in kadın olarak aşağılandığını düşündüğü; Ali Baba ve 40 Haramiler’in içinde şiddet unsuru olduğu için öğretmenlerin okuma listelerinden kaldırdığı, hatta Red Kit’in yıllar önce ağzındaki sigaranın sorun olup bir kuru ota dönüştürüldüğü yüzyılda Don Kişot’un içindeki aşağılayıcı, tek yönlü değer yayıcı işlev göz ardı ediliyor. Nedense?

Don Kişot, okuru edilgen durumdan çıkarıp onu okuduğunu yorumlayarak kimlik kazanması için doğrudan romanın içine katan bir roman. Bu anlamda modern okurun doğuşuna katkıda bulunduğu söylemi yaygın. Bunu da Cervantes hemen önsözde doğrudan okura seslenerek yapıyor. Gerçeklik algısı, karakter psikolojisi, ironi ve çok katmanlı anlatım açısından çağının ötesindedir, deniyor. Bilemiyorum siz karar verin daha eski metinleri okuyarak; mesela bizim arkeoloji müzesinde bulunan kil tabletlerini!

Günümüzde “Don Kişotluk” (İspanyolca quijotismo) kavramı, idealleri uğruna gerçeklikle çatışmayı göze alan bence aptalca idealist tavrı anlatmak için kullanılıyor. Ben bu vurgusunu beğenmiyor değilim.

Şimdi o dönemin İspanya’sına bakalım. Altın Çağ ve Çöküş arasında bir dönem yaşanıyor. Cervantes, İspanya’nın tarihindeki en güçlü ama aynı zamanda en çelişkili döneminde yaşamış.

1500’lerde, Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinden sonra İspanya dünyanın dört bir yanında sömürgeler kurmuştu. Altın ve gümüş madenleri ülkeye akıyordu; ama bu servet üretimi değil, gösterişi besliyordu. Savaşlar, engizisyon, kilise baskısı ve ithal zenginliğin getirdiği çöküş yaşamı her anlamda zorlaştırıyordu. Yani bir yanda gururlu, imparatorluk bilinci yüksek bir halk, diğer yanda yoksulluk, borç ve toplumsal yozlaşma vardı.

Cervantes bu tezatı derinden hissetti. İspanya’da Katolik inancını “tek doğru yol” olarak gören Engizisyon vardı. Farklı inançlara mesela Yahudiliğe, Müslümanlığa ve tabii ki sair Hristiyan mezheplere mesela Protestanlara izin verilmiyordu. Kitaplar sansürleniyor, fikirler yasaklanıyordu. Belki de bu nedenle Cervantes, hiciv ve ironiye başvurmuştu, kendi gerçeğini dolaylı yoldan söylüyordu. Don Kişot’un aklını yitirmiş olması bir kalkandı. Sanki doğudaki “abdalları” andırıyor, değil mi?

Soylular, rahipler ve halk olarak üç sınıfa bölünmüştü. Soylular yani hidalgolar, eskiden savaşçı, artık işsiz ve tembel bir sınıftı. Don Kişot da onlardan biriydi. Kilise, otorite veservetiyle en güçlü kurumdu. Halk ve köylüler, gerçek çalışanlar, ama yoksullar. Sancho Panza da bu sınıfı temsil ediyordu. Cervantes, romanında Don Kişot ve Sancho karakterleri aracılığıyla hayal ve gerçeği yani soylu idealler ve halkın gerçek yaşamını sunuyordu. Aynı yüzyılda yaşamış Velázquez, Lope de Vega, Calderón de la Barca, El Greco gibi sanatçılar da vardı. Edebiyat ve tiyatro gelişmişti ama konular genellikle dinî ve kahramanlık temalıydı. Cervantes bunu aşarak, sıradan yaşamı konu eden bir romanla dikkatleri üstüne çekti.

O dönemde insanlar kilisenin ve devletin baskısı altında, düşünmekten korkar hale gelmişti. Cervantes’in roman kahramanı Don Kişot, farklı düşünen, hayal eden bir sembol; o Engizisyon idaresi altındaki ülkede sadece bir hiciv değil, baskı altındaki bireye bir özgürlük nefesi olarak görüldü, neyi yücelttiği neyi aşağıladığı düşünülmeden.

Cervantes böyle bir dönemde yazarken yalnızca edebi bir tercih yapmaz; aynı zamanda Batı, Hristiyan kimliğini koruma çabasını, romanın ironik yapısının içine derceder. Çünkü romanın temel çatışması, Don Kişot’un hayali ile toplumun gerçekliği arasındaki tenakuz, Hristiyan Avrupa’nın kendi kültürel meşruiyetini yeniden kurma çabasıyla doğrudan bağlantılıdır. Toplum roman boyunca gerçeklik ilkesinin temsilcisidir ve bu gerçeklik, gözleme dayalı Batı akılcılığıyla örtüşür. Bu nedenle Don Kişot’un deliliği yalnızca bireysel bir sorun değil, eski çağların irrasyonelliğine karşı modern Avrupa’nın kurmaya çalıştığı yeni bilgi düzeninin metaforu olarak tasarlanmıştır.

Romanın yazıldığı dönemin dinî ve ırksal motifleri düşüncemi sanki doğruluyor gibi. Cervantes romanında “ben değil Arap tarihçisi yazdı” diyerek belgesel bir gerçeklik atmosferi yaratır. Bu kurgu karakter Müslüman tarihçi Cide Hamete Benengeli’dir. Cervantes kurgu içinde bu tarihçiyi şüpheli, güvenilmez, doğruluğu tartışmalı olarak niteler. Biraz araştırdığımda bu karakterin edebiyatçılar, dilbilimciler tarafında en az incelenen karakter olduğunu ve ismin anlamı konusunda dahi fikir birliği olmadığını gördüm. Cide’nin Cid yani Arapça Efendi’den geldiğini söyleyenler var, Hamete Ahmet olabilir diyenler var, hatta Benengeli’nin İspanyolca berenjena (patlıcan)’dan gelip alay olduğunu iddia edenler bile var (**).

Romanda Hristiyan aklı, Müslüman anlatının üstünde bir düzeltici merci gibi konumlandırılıyor. Bu, yalnızca basit bir alay değil; Avrupa’nın Doğu’ya karşı geliştirdiği tarih boyunca güttüğü bilgi üretimindeki üstünlük iddiasının erken bir örneğidir. Doğu’nun anlattığını Batı yorumlar, düzeltir, nihai hakikati Batı belirler. Bu mekanizma, daha sonra Oryantalist söylemin ve 19. yüzyıl emperyalizminin entelektüel zeminini oluşturacak olan Antonio Gramsci’nin kültür hegemonyasının edebi biçimi midir? Doğu, Don Kişot’un dünyasında küçültülmüş bir özne olarak yer alırken Batı, gerçekliğin, aklın ve doğruluğun merkezi olarak öne çıkarılmıyor mu?

Bu noktada dönem farklılıkları olsa da Don Kişot’un Doğu’daki hikayeleştirmek gelenekleriyle olan dolaylı paralellikleri, aklımızda romanın ideolojik işlevini daha görünür hâle getirebilir. Dede Korkut anlatıları, Battal Gazi epikleri ve Hz. Ali kıssaları, kahramanlığı ilahi bir haklılıkla ilişkilendiren, adaletin metafizik bir güçle dağıtıldığı bir evreni temsil eder. Bu metinlerde kahraman dünyayı düzenlemek için özel bir yetki taşır.

Oysa Don Kişot, aynı kahramanlık modelinin çöküşünün hikâyesi. Onun dünyayı düzeltmek arzusu Doğu’daki gibi kutsallıkla değil, komiklik ve yanılsama ile karşılanır. Bu “çöküş”, Batıda modernliğin başlangıcıdır: metafizik kahramanlığın yerini dünyevi rasyonellik alır. Bu nedenle Don Kişot, Doğu’nun hâlâ sürdürdüğü bir kahramanlık idealinin Avrupa’da artık geçersiz hâle geldiğini gösterir. Avrupa kahramanlığı değil, akılcılığı yüceltir; bireysel cesareti değil, toplumsal düzeni kutsar; ilahi hakikati değil, gözleme dayalı gerçekliği temel alır. Bu dönüşüm, Batı modernliğinin kendini diğer kültürlerden ayırdığının kritik noktası olduğunu hatta günümüz medeniyetler çatışmasının başlangıcı olduğunu düşünüyorum. Oysa birileri tarafından birilerinin kazancı birilerinin de kaybı olarak görülmeseydi yani barış sıfır toplamlı bir oyun olarak dayatılmasaydı; dünya şu anda daha huzurlu bir yer olmaz mıydı?

İlginç bir şekilde Don Kişot ayrıca bana lise yıllarında okuduğum Ayn Rand’i de hatırlatıyor. Rand’ın kahramanları Avrupa modernliğinin rasyonelleşmiş kahramanlık idealini temsil eder. Onlar Don Kişot’un hayal ettiği ama gerçekleştiremediği bireysel gücü akıl yoluyla gerçekleştiren, modern dünyanın kudretli figürleridir. Don Kişot’un gerçekliği yanlış okuması, Rand’ın kahramanlarında ise gerçeğin adeta vücut bulmasıdır. Bu, Batı kahramanlığının kutsaldan sekülere, sekülerden rasyonelliğe evrilişinin, diğer yönelimleri dışlayan tarihsel yönelimidir, diyebilir miyiz?

Tüm bu kanıtlar Don Kişot’un Batı değerlerini yayma işlevini açıkça ortaya koyar. Eser, modern roman formunun başlangıcı olarak, Batı düşüncesinin temel kavramlarını taşır: gerçeklik ilkesi, bireycilik, akılcılık, seküler düzen, toplumsal normların üstünlüğü, Doğu’nun bilgiye erişim açısından tektipleşmesi, marjinalleştirilmesi. Çin’de, Rusya’da, Osmanlı’da romanı okuyan birey yalnızca bir yabancı edebi formu değil, aynı zamanda Batı’nın dünyayı anlama biçimini de içselleştirir. Bu nedenle Don Kişot modern romanın başlangıcı olmakla kalmayıp, Batı’nın kendi modernitesini “evrensel insanlık deneyimi” olarak paketleyip dünyaya sunmasının da ilk örneğidir.

Don Kişot’u böyle bir küresel ideolojik konumda benzersiz kılan şey, aynı anda hem Batı değerlerini yüceltmesi hem de bu değerleri eleştiren ironi barındırmasıdır. Bu sayede roman, Batı’nın dünyaya sunduğu modernlik anlatısının hem propagandası hem de eleştirisidir. Ayıbını görmeden hoşlandığımız yanı da bu eleştiri tarafıdır. Konumuz olan müzikalde de bazen eleştirel ve komik taraflarından haz alacaksınız seyrederken.

Bu nedenle Don Kişot yalnızca parodileştirilmiş bir şövalye romanı değil, Batı, Hristiyan modernitesinin kendisini merkezîleştirme sürecinin edebi altyapısıdır. Gerçeklik ilkesi ile hayal arasındaki uçurumun dramatik biçimde sahnelenmesi, bireyin idealizme yenilerek topluma teslim oluşu, akılcılığın irrasyonel olanı cezalandırması ve nihayetinde Batı’nın kendi bilgi düzenini “evrensel akıl” olarak dayatması… tüm bunlar Cervantes’in yaratıcı ironisinin ötesinde bir tür kültürel hegemonya anlatısıdır. Don Kişot bu anlamda yalnızca edebi bir kurucu metin değil, insan zihninin Batı tarafından kolonize edilmek sürecinin başlangıç noktalarından biridir.

Netice itibarıyla Don Kişot, modern dünyanın kültürel DNA’sını taşıyan, Avrupa’nın kendini evrensel aklın doğal sahibi gibi konumlandırdığı uzun tarihsel sürecin hem sembolik hem pratik aracıdır. Bu roman, yalnızca bir delinin devlerle savaşı değildir; Batı’nın kendi medeniyet projesini dünyanın geri kalanına yayan büyük kültürel hamlesinin başlangıcıdır. Don Kişot’un yenilgisi aslında Batı’nın “gerçeklik” dediği kavramın zaferidir ve bu zafer son dört yüzyıldır dünyanın entelektüel tarihinde hâkim olan paradigmayı belirlemiştir.

Tiyatro ya da Müzikal tiyatro, sinema filmi gibi birçok salonda birden oynanamıyor. Bir sahnede ancak uzun süre oynandığında ekonomik açıdan sürdürülebilir oluyor. Bu yüzden tiyatroların ekonomileri farklıdır. Bugünkü dijital sosyal medya dünyasında tiyatro nasıl ayakta kalacak, sorusunun cevabı açısından Zorlu Performans Merkezi, tiyatrolarımız için güzel bir fırsat ve umuttur, Zorlu Grubu’nu kutlarım.

Zorlu PSM’de izlediğim müzikalde başrollerde Selçuk Yöntem, Zuhal Olcay ve Cengiz Bozkurt yer alıyor, yönetmenliğini Işıl Kasapoğlu, müzik direktörlüğünü Volkan Akkoç üstlenmiş. Müzikal Çolpan İlhan & Sadri Alışık Tiyatrosu ve Piu Entertainment ortak yapımı.

Seyrettiğimiz uyarlama, Dale Wasserman’ın 1959’daki televizyon oyunundan uyarlanmış, müzikleri Mitch Leigh’in bestesi olan dünyaca ünlü müzikal Man of La Mancha’ya dayanıyor. Bu oyun, Broadway’de 2.328 kez sahnelenmiş ve beş dalda Tony Ödülü kazanmış. Müzikal uyarlama, Cervantes’in hayatı, hapishane ortamı ve Quijote hikâyesi arasında iç içe geçen “oyun içinde oyun” yapısını barındırıyor. Zaten Dale Wasserman dahil metnin romanı tam yansıttığına dair bir iddiası yok. Eser, Cervantes’in hayatının veya Don Kişot’un sadık bir yorumu değil ve böyle bir iddiası da yok. Wasserman, insanların eseri Don Kişot’un müzikal bir versiyonu olarak almasından defalarca şikayet etmiş. Tabii ki ruhu Don Kişot, ana öykü romandan ama hem metinde romanın dışına çıkan unsurlar var hem de tabii ki her yönetmenin sahneye koyarken kendi yorumları var.

Bir arkadaşıma göre, biraz sert olacak ama, müzikalin gücünü kullanarak, Cervantes’ten uyarlanan hikayede müzikal tiyatronun dönüştürücü gücü, kullanılan geleneksel sahneye koyma tarzı, prodüksiyon ve şarkıların kapasitesinin eksikliğinden olsa gerek, tam kullanılamıyor. İzleyicileri, kendi gerçeklerini sorgulamaya ve idealleri için çabalamaya teşvik etmesi beklenen müzikal, bu ulu görev için bence yetersiz, coşkusuz kalıyor. Hele Mağribi denen, binlerce yıldır İspanya’nın doğal komşularını hırsızlar olarak göstermesi, halkın gerçekliği içine toplu tecavüz sahnesi eklemesi bana çok gereksiz ve ayrımcı geldi. Üstelik araştırdım romanda döneme uygun bir takım şiddet ve yan öykü olarak tecavüz olayları olsa da Dulcinea ile ilgili bir tecavüz sahnesi yok. Romanda Cervantes döneminin alışılan şiddet anlatımından bazı kız kaçırma, yol kesme öyküleri var ama Dulcinea’ya toplu tecavüz yok. Don Kişot zaten o kahramanı kendi zihninde idealize etmiştir ve Dulcinea del Toboso adını vermiştir. Karakter fiziksel olarak görünmez. Don Kişot’un karşılıksız, hayalî aşkıdır. Bu nedenle ona yönelik bir saldırı mümkün değildir, çünkü romanda gerçek anlamda bir karakter olarak yer almaz.

Don Kişot 2025 yılında gençlerin karşısına neredeyse 1970’lerde 80’lerde sahneye konulduğu gibi bir takım gulyabani efektleriyle mi getirilmeli, yoksa teknolojinin olanaklarından yararlanıp daha çekici hale mi getirilmeliydi. Biz her türlü temas noktasında yeni nesli yakalamaya çalışırken Tiyatro’nun bu kadar tutucu davranması, hayatı durmuş gibi kabul etmesi bana ilginç geldi. İnternette dolaşınca aynı müzikalin daha sade tasarımla sahneye konduğunu da gördüm. Bence siz de ben gibi gidin, seyredin; bir fikriniz olsun.

Oyunda Selçuk Yöntem’in oyunculuğu beni etkiledi. Zuhal Olcay, bence ses sisteminin azizliğine uğradı. İkinci yarıda çok daha başarılı bir performans sergiledi. Ses yüksekliği iyi idi, ama orkestranın böyle bir müzikal için yeterince derinlikli olduğunu sanmıyorum. Cengiz Bozkurt, Sancho Panza rolünde anlaşılır sevimli bir oyunculuk sergiledi. Ben beğendim. Tabii ki oyuna emek veren çok sayıda dansçı, oyuncu, teknik çalışan var; emeklerine sağlık.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu